Anne olma yolunun son aşamalarında yani doğuma hazırlanırken bir arkadaşımın bebeğimle ve benimle ilgili dileği hep aklımdadır: “Sana ve bebeğine yeterince iyi bir anne-bebek uyumu diliyorum.” O günden beri ne zaman mükemmeliyetçilik tuzağına düşsem ya da anneliğe dair kaygılarım baş gösterse bu cümleyi hatırlatıyorum kendime, yeterince çaba gösterdiğine, çocuğunu anlamaya çalıştığına ve ihtiyaçlarını karşıladığına inanıyorsan endişelenme… Ama gelin görün ki duygusal sistemimiz her zaman bu ihtiyaca böyle yanıt vermiyor. Yani aklımızdaki bilgi ile ruhumuzdaki duygunun uzlaşamadığı çok fazla durum baş gösteriyor.
Çocuğunuzun bebeklik döneminde “Sütüm yetiyor mu? Uykusu yeterli mi? Büyüyor mu ?” ile başlayan sorular silsilesi kaliteli beslenme, oyun, nitelikli zaman, okul, arkadaşlık ilişkileri vs. ekseninde çocuğunuz büyüdükçe çeşitleniyor. Anne baba olmak uzun ve meşakkatli bir yol; bu yolun üstü ise hep kaygı durakları ile dolu. Bu duraklarda durmamak oldukça zor ama ne kadar duracağımız bize bağlı. Kaygının fazlası çocuğumuzla olan ilişkimizi olumsuz etkilerken, çocukla ilgili yetersiz ruhsal ve zihinsel yatırım ise onun gelişimini sekteye uğratıyor, yani mevzu bahis çocuklarımız olunca “yettiği kadar, yetmedi kader” demek pek mümkün değil. Çünkü mükemmel olmaya çalışmamak demek çocuğun ihtiyaçlarını görmezden gelmek ya da akışına bırakmak demek değil. Ebeveyn olarak çocuklarımızın ihtiyaçlarını optimum düzeyde karşılamakla yükümlüyüz. Hedefimiz bunu yaparken çocuğumuzu her yönden kuşatmadan, ona da alan tanıyarak ve bireysel gelişimine izin vererek var olmak olmalı.
İşte tam da bu noktada her şeye yeten, mükemmel olan anne babalar değil de “yeterince iyi” yani ihtiyaç kadar verebilen, destek olabilen anne-babalar olmak konusu işin içine giriyor. Peki, nedir bu yeterince iyi annelik ya da yeterince iyi ebeveynlik?
Aslında bu kavram İngiliz psikanalist Donald Winnicott’un psikoloji literatürüne kazandırdığı önemli kavramlardan biri olan “yeterince iyi anne”lik kavramından geliyor. Winnicott, çocuğun tüm istediklerini değil, ihtiyaçlarını karşılayan anneyi “yeterince iyi anne” olarak tanımlıyor. Çocuğun olgunlaşabilmesi için her arzusunun karşılanmamasını ve çocuğun yaş dönemine uygun yoksunluklar yaşaması gerektiğini ifade ediyor. Yani basit tabirle çocuğumuzun ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken sınırsız destek vermek yerine onun da kendi ihtiyaçları için mücadele etmesine, çabalamasına izin vermemiz, ona alan tanımamız gerekiyor.
Çünkü yaşadığı makul düzeydeki yoksunluklar sayesinde çocuğun:
-Yaratıcılığı, problem çözme becerisi ve zekâsı/bilişsel becerileri gelişiyor.
-İhtiyaçlarını ertelemeyi ve beklemeyi öğreniyor. Bekleyebilen, sabredebilen çocuk dürtü kontrolü ve ego gelişimi açısından daha avantajlı hale geliyor.
-Tek başına kalma kapasitesi gelişiyor ve bireyselleşme yolunda önemli adımlar atmaya hazır hale geliyor.
Yani bireyin yaşamının ileriki evrelerinde belki de en çok ihtiyacı olacak becerilerin temelleri bebeklik döneminden itibaren bu yolla atılıyor.
O zaman şimdi biraz da işin pratik kısmına bakalım. Ne yapmalı, nasıl yapmalı ki çocuklarımızla ilişkilerimizde hem aşırıya kaçmamalı hem de yetebilmeli onlara?
*Bence ilk madde çocukların birer hayat projesi değil de gerçekten hayatın kendisi, bizler gibi bireyler olduğunu sık sık kendimize hatırlatmak. Zira zaman zaman ebeveynlik otomatik pilotta seyredebiliyor. “Besle, temizle, ödevine yardım et, uyut, kaldır” vb. rutinler hayatımızı kolaylaştırsa da oto pilottayken çocukları duymayı, dinlemeyi atlayabiliyoruz. O zaman da anne-baba ve çocuğun duygusal uyumlanma süreci mekanik bir hale gelebiliyor.
*Duygulardan devam edersek “yeterince iyi ebeveynliğin” en önemli maddelerinden biri çocuğumuzun duygularını anlayabilmek, fark edebilmek ve zaman zaman ayna işlevi görüp duygularını dönüştürebilmek, yansıtabilmek. Zaten bunu yapabildiğimiz zaman işin büyük bir kısmını halletmiş oluyoruz. Zira duygular yeterli şekilde ifade bulduğunda ve anlaşıldığında çocuk ile ebeveynler arasındaki ilişkinin kalitesi yüksek oluyor.
*Aynı şekilde kendi duygularımızın, geçmişimizin, ailemizden getirdiğimiz alışkanlıklarımızın, davranış örüntülerimizin çocuğumuza yaklaşımımıza nasıl etki ettiğini fark edebilmek… Kendi yetişme tarzımız bizim ebeveynliğimize de mutlaka etki eder. Ya da “Ben annem/babam gibi olmayacağım ya da olacağım” motivasyonuyla hareket ettiğimizde bir bakarız ki istemediğimize dönüşmüşüz. Dolayısıyla kendi bilinçdışı aktarımlarımızı çocuğumuza transfer ettiğimiz zamanları fark edersek ilişkimiz daha sağlıklı olacaktır.
*Sezgilerimize, aramızdaki ilişkiye ve çocuğumuza güvenmek. Çevreden çok fazla ses gelecektir, hepsine kulak vermeyebiliriz. Amacımız tecrübelerden faydalanmak fakat kendimize ve çocuğumuza uygun tarzı oluşturmak olmalı.
* “Leb demeden leblebiyi anlamamak”! En zor madde bu galiba:) Hatta bazen çocuğun ihtiyacı oluşmadan ihtiyacını tahmin edebiliyoruz: “Şimdi kucak isteyecek”, “Birazdan acıkacak, mızmızlanmadan vereyim ben yemeğini”, vb. Bırakalım çocuğumuz ihtiyacını dile getirsin, gerekirse biraz ağlasın, mızmızlansın. Bırakalım talep etmeyi, çabalamayı öğrensin çünkü hayatı boyunca etrafındaki herkes onu bizler kadar iyi anlayamayabilir…
*Sınırlanmayı ve sınırlandırmayı öğrenmek! Anne-babalar olarak sınırları çizmeden çocuklarımıza doğru- yanlışı öğretebilmemiz mümkün değil. Ama bunu yaparken de çocuklarımızın kendi problemleri çözmek için nasıl bir yol izlemeleri konusunda destek olmamız da gerekiyor. Çok koruduğumuzda çocuklar kendi başlarının çaresine bakmayı zor öğreniyorlar, çok sert kurallar koyduğumuzda baskı altında ne yapacaklarını öğreniyorlar ama baskı ortadan kalktığı anda kaosa sürükleniyorlar. O nedenle hem uygun olanı göstermek hem de kendi çözümlerini üretmeleri için onlara fırsat vermek yeterli birer birey olmaları için gerekli olan sihirli formül. Ama tabi ki önce anne-baba olarak bizim, sonra onların bol bol deneme yapmaları lazım
Unutmayalım aşırıya kaçmamak ve mükemmel olmaya çalışmamak bizi sıradanlaştırmaz “normal” bir ebeveyn yapar. Çocuğumuzla ilişkimize, aramızdaki uyuma ve onu anlamaya odaklandığımız sürece “yeterince iyi” olabileceğimize inanıyorum.
Sevgiyle,
Ceren Şad Polat
Comments are closed.