Bir süredir emek vermek – çabalamak kavramları üzerinde düşünüyorum… Yetişkin dünyasındaki anlamı ile çocuk dünyasındaki karşılığının arasındaki farkları bulmaya çalışıyorum.
Yetişkin dünyasında bir yandan emek verilerek yapılmış eşyaların, ilişkilerin daha kıymetli olduğunu görüyoruz. Diğer yandan da kolay para kazanmak, kolay yoldan hızlı gitmek gibi arzularımız var. Ama gerçekliğe baktığımızda ev yapımı reçeli, salçayı vb. daha çok seviyoruz! Bir çoğumuz fast food yerine ev yemeği tercih ediyor, dışarıda yemek yerken bile doğal olanı bulma derdindeyiz. Organik olana daha çok para harcamayı doğal görüyoruz, buradaki organik’liğin bir kısmı sağlıklı olması bir kısmı da emek verilen –uğraşılan bir sürecin sonunda bize ulaşması ile ilgili.
El emeği diye bir kavram var, daha çok değer verilen.. Yamuk yumuk olsa bile elle yapılmış bir resmi yazıcıdan bastığımız bir sanat eserinin kopyasından daha çok seviyor, duvarımıza asıyoruz..
Geri dönüşüm – Do It Yourself modası yeniden gündemde, artık evimizdeki fazla malzemeleri yaratıcılığımızı ve emeğimizi ortaya koyarak bambaşka eşyalara dönüştürmeye çalışıyoruz.
Yani özetle biz yetişkinler “emek verdiğimizi, emek verileni seviyoruz.”
Emek konusundaki daha önemli merakım ise “Emek vermeyi nasıl öğrendim?” sorusunun cevabı. Bu cevaptan hareketle gelecek nesile de emek vermenin önemini öğretebilir miyiz diye düşünüyorum.
Geçmişe dönüp düşündüm, sahi ne öğretti bana emek vermenin önemini, emek verilenin kıymetini…
Anne- babamın ya da çevremdeki büyüklerin sürekli “emek harcamalısın” şeklinde öğütler verdiğini hatırlamıyorum, var mıydı yoksa ben mi duymadım bilemiyorumJ
Ama net hatırladığım bazı anlar geldi gözümün önüne?
- Emek harcanmış bir işin aile üyeleri tarafından takdir edildiğini,
- Bir hedefe-amaca ulaşmak için teşvikin olduğunu ancak benim yerime yetişkinlerin işlerimi halletmediklerini,
- Okulla ilgili yapmam gerekenlere destek verildiği ama her zaman esas sorumluluğun bende olduğunun bilindiğini,
- Yanlış yapmanın emek verme sürecinde kabul edilebilir olduğunu, ( ilk pasta denemesinde mutfağın batmasına, odamı düzenlemeye çalışırken kirli-temiz çamaşır ayrımının atlanmasına izin verilmesi vb.)
- Okul içinde de hazır materyallerle değil kendi çabamızla öğrenme ortamları oluşturduğumuzu, ( Çim adam yapmak ve fasülyeyi pamuk içinde büyütmek en net aklımda kalanlarJ)
- Oyunlar oynarken bile aletlerden değil sokaktaki taştan, komşunun bahçesindeki ağaçtan, arkadaşının ipinden yararlanabilmek için doğru iletişim becerileri geliştirdiğimizi hatırlıyorum.
Şu an çevremizde olan çocuklara bakınca, teknolojik aletler aracılığıyla oyun oynamaktan hoşlanan çocuklar görüyoruz. Ancak oyundan bu kadar keyif alan çocukların bile bir kısmı oyunu oynayıp daha ileri seviyeye gelmiş kişilerden oyun satın alarak emek harcamadan ileri seviyeye atlama derdindeler.
Muhtemelen benzer şekillerde büyümüş yetişkinleriz. Şimdiki sorum ise şu: Peki ne oldu da biz kendi çocuklarımıza emek vermenin önemini yeteri kadar anlatamadık?
- Hayatları kolaylaşsın,
- Mutsuz olmasın,
- Hata yapmasın,
- Yorulmasın ….
Bu iyi niyetlerle dolu listeyi uzatabiliriz sanırım. Niyet iyi ancak sonuç beklediğimiz kadar memnun edici değil. Çünkü tüm bu iyi niyetlerle hareket eden ebeveynler olarak sonunda çocuklarını “ sorumluluklarını bilmiyor, rahat, ödevini ben söylemesem yapmaz…” şeklinde eleştiriyorlar.
“Çocuğunuzun emek vermeyi öğrenmesi için 10 öneri” şeklinde bir madde vermek isterdik ancak sanırım bu adımlar için atılması gereken tek ve en önemli adım “biz nasıl öğrendik?” sorusuna cevap bulmak olacak.
Pınar Keskiner
Uzm. Psik. Dan.
Comments are closed.