“Sözsüz, yazısız, toplumsuz ve hepsinden kötüsü süre giden korku ve zora bağlı ölüm tehlikesi ve insan yaşamı yalnız, yoksul, kaba, kötü ve kısa.” Thomas Hobbes, (1651)
Hobes’un bu sözünün üzerinden tam üç yüz altmış beş yıl geçmiş fakat günümüze bakınca bu sözün hala geçerli olduğunu görüyoruz. Tarihi olaylar tekerrürden ibaret derler ya evet, insani duygular da yüz yıllar geçse de değişmiyor, belli durumlarda verilen tepkiler ve hissiyatlar aynı.
Sosyal medyayı, televizyonu, gazeteyi açtığınızda her yerde şiddete, savaşa dair haberler; ya da arkadaşlarımızla bir araya geldiğimizde üç laftan birisi illaki ülke gündemi. “Takip etmiyorum ben haberleri, gündemden uzak durmak istiyorum” diyenlerden misiniz? Peki, şöyle diyelim o zaman siz ne kadar görmezden gelmeye çalışsanız da, gözünüzü kulağınızı kapasanız da içinizde tetikte duran “Ülkenin, dünyanın gidişatı pek iyi değil…” hissiyatını ne yapacaksınız? Zira inkâr bir yere kadar işe yarıyor; neredeyse her gün gelen ölüm haberleri ülkenin, ruhumuzun, insanlığımızın üstüne kara bulut gibi çöküyor ve bundan zihnen kaçmak mümkün olsa da duygusal olarak üzerimizdeki ağır havadan etkilenmemek mümkün değil.
Psikanalist ve Psikiyatr Dr Ayla Yazıcı verdiği bir röportajda durumu şöyle tanımlamış: “Şu an ülke en geri psikolojik hal olan paranoidşizoid halde. Birbirimize şüpheyle bakıyoruz. Kalabalık yerlerden belki bomba patlar diye uzak duruyoruz. Bireysel kimlikler kaybolmaya başlıyor. Grup aidiyeti artıyor. Etnik kimlikler önem kazanmaya başlıyor. Toplum gerilediği için bölünüyor. Örneğin, bir imza atmak veya atmamak, bir konuşma yapmak, belli grubun içinde veya dışında olmanızı belirler hale gelebiliyor. Bu delilik hali. Yanlış anlaşılmasın ama psikolojide Paranoid olarak adlandırdığımız hal.”
Biz yetişkinler bu duygu ile bazen geçmiş tecrübelerimize dayanarak, bazen bizzat olayların içinde aktif rol alarak, yazarak, çizerek, konuşarak ya da bireysel destek sistemlerimizle (arkadaşlarımız, ailemiz, eşimiz, sevgilimiz, terapistimiz vb.) baş etmeye çalışıyoruz; çünkü yetişkin olmak güvensiz, umutsuz vb. hissetmek gibi yoğun duyguları kanalize edebilmeyi mümkün kılacak ruhsal donanıma sahip olmayı gerektiren bir var olma hali (çoğunlukla). Peki ya çocuklar? Sizce çocuklar bu yoğun şiddet, ölümler, savaşlar karşısında nasıl bir ruh hali içindeler?
Bir örnek vermek isterim zira bu yazıyı yazma fikrini de aklıma düşüren yine çocuklar. Meslek gereği seanslarda çocuklarla oyun oynuyoruz, Monopoly oyununu hepimiz biliriz, son 2-3 yıl içerisinde Monopoly oynadığım çocuklardan en sık duyduğum cümlelerden biri, oyunda “Taksim” yazan haneye geldiklerinde “Taksim’i almak istemiyorum ben, orada hep savaş oluyor, insanlar ölüyor orda. Tehlikeli.”cümlesi. Bu cümleye son zamanlarda “Orda bomba patlıyor” cümlesinin de eklendiğini söylemek isterim. Bu örneğe ülke gündemine dair terapi odasına taşınmış pek çok örnek cümle eklenebilir ama ortak payda aynı: Çocuklar da aynen yetişkinler gibi ne olup ne bittiğinin farkında ve tedirginler; çünkü çocuklar duygu mıknatısı gibidir, havada, ortamda ne kadar duygu varsa hepsini çeker, fark eder ve hissederler. Anlatmıyor olmaları farkında olmadıkları anlamına gelmez çünkü soluduğumuz hava ortak ve maalesef üstümüzdeki hava ağır…
Bu ortamda hem bizim hem de çocukların en çok tehdit altında olan duygusu da “güven”. Güven duygusu iç dünyamızda pek çok ruhsal oluşumunun temeli; çünkü güvenin olmadığı yerde “kaygı” hüküm sürüyor. Biz kaygılı olduğumuzda, güvenliğimizden ya da günlük rutinimizin gidişatından endişe ettiğimizde kaygı çevremizde de hissediliyor. Bir meslektaşım geçen şu örneği verdi. Ülkede yine yoğun ölümlerin yaşandığı bir günün akşamında eve gittiğinde kendini çok üzgün ve halsiz hissediyor, zira gündem onu yoruyor. Oğlu yanına yaklaşıyor ve şöyle diyor: “Anne yorgun gibisin, bugün istersen ben sana kitap okuyayım.” Anlayacağınız çocuklar her türlü duygumuzu anlıyorlar fakat bizden farkları daha onarıcı, yapıcı ve umuda açık olmaları.
Buradan devam etmek gerekirse, mevzu bahis çocuklar olunca bir onarım, umut ve iyileşme eğilimi hep var; çünkü onların olumsuza tahammülü ve ruhsal dünyalarını onarma arzusu, isteği biz yetişkinlerden daha kuvvetli. Bu nedenle:
– Özellikle gündemin, ülkenin, dünyanın biz yetişkinleri karamsarlığa sürüklediği günlerde, çocukların verdiği duygusal mesajlara karşı daha hassas olmak, onlardan gelen sözel ve sözel olmayan ipuçlarını okuyabilmek oldukça önemli. Buna ek olarak çocuğunuzla vakit geçirerek, oyun oynayarak hissettiği duyguları size aktarmasını kolaylaştırmak da yapıcı olacaktır.
– Çocukların bu dönemde verdiği mesajları okuyabilmek için öncelikli olan ise çocuğun çevresindeki ebeveynlerin ya da yetişkinlerin kendi sakinliklerini koruyabilmesi. En başta da söylediğim gibi “eğer biz aşırı kaygılanırsak, çocuğumuz da en az bizim kadar kendini güvensiz hisseder.”
– Diğer bir önemli nokta ise mümkün mertebe televizyonda, gazetede, sosyal medyada çıkan yazılı ve görsel içeriklere çocukları maruz bırakmamak. Zira bir yerde bir bombanın patladığını bilmek ile patlama sonrası görüntüleri izlemek apayrı şeyler. Çocuğun maruz kalma ihtimali olan çiğ içerikler, ruhsal dünyasında derin izler bırakabilir.
– Biz ne kadar çocukları medya içeriklerinden ve gündemden uzak tutmaya çalışsak da bir şekilde çocuklardan savaşa, ölümlere, bombalara dair sorular gelebilir. Bu noktada çocuğa karşı dürüst olmak, fakat açıklama yaparken çocuğun sorduğu soru ile sınırlı kalmak; ne fazla detay ne de kaçamak cevaplar vermemeye dikkat edilmeli.
Yukarıda bahsettiğim önerilere ek olarak “Dünyadaki kötülükleri ve çatışmaları yok edecek gücüm olmadığına göre ebeveyn olarak benim gücüm neye yeter?” sorusu zaman zaman aklınıza geliyorsa, cevabımız şu:Eviniz, aileniz, yuvanız, çocuğunuzun barışçıl yaklaşımla büyümesi, çatışmaların çözümünde uygun yöntemler kullanması için ilk adımları öğrendiği yerdir. Bu nedenle evinizin (çatışmasız değil) barışçıl kokusu, havası, dokunuşlarının çocuğunuzun hayat boyu aklında kalacağını unutmayın.
Ailenizi insanlığın birbirine bağlı birçok zincirinin bir parçası olarak hayal edebilirsiniz. Siz çocuklarınıza barışı öğrettikçe ve duruşunuzla, hareketlerinizle ve verdiğiniz kararlarla model oldukça, aile değerleriniz insanlığın daha büyük zincirlerine zamanla katlanarak iletilecek. Doğdukları andan itibaren onlara dokunuşunuz ve öğrettikleriniz, sadece onları değil, şuan ve gelecekte dokunacakları kişileri de şekillendirecek, dönüştürecek.
Barışın ve barışçıllığın dalga dalga büyüyeceği ve nesillerce aktarılacağı günler görmek dileğiyle…
Ceren Şad Polat
Comments are closed.