Çocukların Sosyal Duygusal Gelişimini Desteklemek için 10 Altın Öneri

Güçlü olduğu alanlara odaklanın
Çocuğunuzun olumlu yönlerini, başarılarını överken somut olarak davranışa odaklanın. Bir sınav sonucu açıklandığında önce iyi yaptığı, başardığı sorular ile ilgili konuşun. Daha sonra geliştirebileceği alanlar üzerinde durun. Sadece eksik ya da yanlış olana odaklanmayın.

Olumsuz davranışların sonuçlarını takip edin
Bazı zamanlarda anne-babalar kızgınlıkla uygulayamayacakları ya da davranışla örtüşmeyen yaptırımlar belirleyebilirler. Örneğin” bu davranışın yüzünden bir ay televizyon izlemeyeceksin” dediğinizde hem siz, hem çocuğunuz bir kaç gün sonra televizyon yasağının sona ereceğini aslında biliyorsunuzdur. Bu yüzden adil olan ve uygulayabileceğiniz yaptırımlar belirleyin.

Çocuğunuza nasıl hissettiğini sorun
Çocuğunuza nasıl hissettiğini sorduğunuzda verdiğiniz mesaj duyguların önemli olduğu ve onun nasıl hissettiğini önemsediğinizdir.

Öfkelendiğiniz durumlarda sakinleşebileceğiniz yollar bulun
Kızmak normal bir durumdur. Ancak kızgınlığı tetikleyen durumlar hakkında düşünmek ve kontrolü kaybetmeden önce harekete geçmek önemlidir. Derin nefes almak, kızgınlık halinde kimsenin rahatsız etmeyeceği “sakin bir köşe” belirlemek, ya da birkaç dakikalığına odayı terk etmek… Ailece bir araya gelerek herkesin sakinleşmek için neler yapabileceğini konuşun.

Olumsuz eleştiri ve alaydan uzak durun
Anne-babanın çocuğunu eleştirirken kullandığı dil çok önemlidir. Sarkastik ve alay içeren olumsuz eleştiriler çocuğun özgüvenini olumsuz olarak etkileyecek kendisini yetersiz ve değersiz bir birey gibi hissetmesine neden olacaktır. Bu da hem okul başarısına hem de arkadaş ilişkilerine zarar verebilir. Daha önemlisi ebeveyn-çocuk arasındaki güven ilişkisi zedelenir. Düşünerek konuşmak ve yeni bir şeyler öğrenirken hata yapması için ona alan tanımak önemlidir.

Gerektiğinde özür dileyin
Anne-baba olarak söylemek istemediğiniz bir şey söylediğinizde ya da çocuğunuzu üzecek bir davranışta bulunduğunuzda özür dileyin. Sakin bir şekilde asıl söylemek istediğinizin ne olduğunu açıklamak, özür dilemek iyi bir rol modeli olmanızı sağlar. Böylece birsinin duygularını incittiğinizde özür dilemenin ne kadar önemli olduğu göstermiş olursunuz.

Seçim sansı ve seçimlerine saygı gösterin
Çocuklar seçim yapma şansına sahip olduklarında karşılaştıkları problemleri nasıl çözebileceklerini öğrenirler. Anne-baba olarak onun adına verdiğiniz her karar, yaptığınız her seçim onun kendisi adına karar vermesini engelleyecektir. Çocuklara tercihleri hakkında konuşma ve karar verme fırsatı sağlamak, onlara düşüncelerinin ve duygularının önemli olduğu mesajını verir.

Problemlerini kendi başlarına çözmelerine yardımcı olacak sorular sorun
Anne-babalar çocuklarının bir sorunu olduğunu duyduklarında içgüdüsel olarak olaya müdahil olmak isterler. Ama bu çocuğun kendi problemlerini çözme becerisine zarar verebilir. Daha etkili ve yardımcı olacak yöntem ise doğru soruları sormaktır; “Bu durumda ne yapabilirsin?” “Eğer bu çözüm yolunu seçersen sonuçları nenler olabilir?”

Birlikte kitap okuyun, film izleyin
Birlikte hikayeler okumak ya da film izlemek kişiler arası paylaşımı güçlendirmenin yöntemlerinden biridir. Hikayelerdeki ve filmlerdeki kişilerin yaşadıkları olaylar karşısındaki tepkileri ve duyguları hakkında konuşmak, durumlar ile nasıl baş ettiklerini incelemek verimli bir öğrenme yöntemidir.

Yardımlaşmayı ve paylaşmayı pekiştirin
Çocuğunuza yardımlaşmayı ve paylaşmayı öğretebileceğiniz birçok farklı yol bulabilirsiniz. Etrafınızda ihtiyacı olan komşulara yardım etmek, karşıdan karşıya geçen birine yol vermek gibi. Böylece çocuğunuz başkalarının hayatı üzerinde nasıl olumlu bir etkisi olduğunu görebilir.

Kaynak:
CASEL (Collaborative for Academic, Social,and Emotional Learning) Ideas and Tools for Working with Parents and Families.

Duygusal Dayanıklı Bireylerin 7 Özelliği

1. Duygusal Farkındalık.
Olay sırasında ya da sonrasında nasıl hissettiklerini tanımlayabilir, farklı duygular arasında ayırım yapabilirler. Böylelikle kendi iç dünyaları ile bağlantılarını daha rahat sürdürürler.

2. Sebat Edebilme.
Stres yaratan durumlar karşısında sebat edebilir, durumun geçmesini bekleyebilir veya durum ile baş etmek için adımları belirleyip bu adımları sebat ederek uygulayabilir.

3. İç Kontrol.
Durumların hep dış etkenler nedeniyle olduğunu düşünmez ve iç kontrolü sayesinde durumlar ile baş edebileceğini bilir. Böylelikle çözüm odaklı hareket edebilirler.

4. İyimserlik.
Durumlar karşısında kendini kurbanmış gibi hissetmez, durumun geçici ve baş edilebilir bir durum olduğunu bilir. Aynı zamanda olayları yeni farkındalıklar yaratmak için kullanırlar. Her zor durumda aydınlık bir taraf bulurlar.

5. Destek.
Olaylar ile baş etmek için sosyal desteğin önemini bilirler ve gerektiğinde yardım isteyebilirler. Bu nedenle sosyal çevrelerinde onları destekleyebilecek aile fertleri ve yakın arkadaşları hep mevcuttur.

6. Perspektif Kazanma.
Kendi yanlışlarını öğrenme tecrübesine dönüştürebilir, zorlukları kendi gelişimleri için birer fırsat olarak kullanabilirler.

7. Espri Anlayışı.
Zor durumlar ile baş ederken kendilerine gülebilirler, bir baş etme yöntemi olarak mizahı seçebilirler.

Beyin Gelişimi ve Sosyal Duygusal Gelişim Bağı

Duygular günlük hayatın ve işleyişin bir parçası. Onlarsız yaşamak mümkün değil. (Kusche, C. A., Greenberg, M., 2006). Duygular günlük hayatın bir parçası olmakla beraber akademik başarıda da kilit bir öneme sahip.

İnsan beyninde doğumdan itibaren nöronlar vardır; ancak ilk 2 yılda nöronlar arasındaki bağlantılar oluşmakta kullanılmayanlar ise sönümleşmektedir. Nöronlar arasındaki bu bağlantıların oluşumu daha yavaş da olsa yetişkinliğe kadar devam etmektedir.

Nöral gelişim açısından, genlerin önemi büyük. Ancak yapılan araştırmalar beyindeki organizasyon ve yapısallaşmanın çevresel etkenlerden de etkilendiğini göstermektedir (Kusche, C. A., Greenberg, M., 2006). Yani hem biyolojik faktörler hem de çevresel dış faktörler beyin gelişimine bir arada etki etmekte. Beynin özellikleri ile ilgili araştırmalar bize beynin plastisitesinin özellikle yaşamın ilk yıllarında oldukça yüksek olduğunu göstermektedir. Yaş büyüdükçe beynin bu özelliği azalmakta ancak hiçbir zaman tam olarak bitmemektedir. Beynin plastisitesinin yüksek olması bize tecrübeler karşısında değişmek üzere tasarlandığını göstermektedir (Davidson, R., 2007 CASEL toplantısı).

Beyindeki farklı alanların Sosyal ve Duygusal Gelişim için farklı rolleri vardır. Bu bölümlerden iki tanesi amigdala ve frontal lobdur.

  • Amigdala, duyulardan elde edilen bilgileri kullanarak duygusal bazı anılara sahip olmamızı sağlar. Özellikle erken çocukluk döneminden anıları hatırlamamakla beraber duygular bilinçaltında saklanmaktadır. O dönemdeki dil gelişiminin daha tamamlanmamış olması bu durumun bir nedeni olarak düşünülmektedir.
  • Frontal lob ise beyinde gelişimi en uzun süren bölümlerden biridir. Planlama ve organizasyon, dürtü kontrolü, ihtiyaç erteleme, dikkat, konsantrasyon, ahlaki bilinç, benlik algısı, empati, muhakeme gibi yürütücü işlevlerden sorumlu bölümdür. Dikkat ve konsantrasyon, yani çevredeki gerekli bilgileri alıp gereksizlerden ayırmak, akademik başarıya direk etkisi olan bir alan.

Bu alan çocuğun duygusal durumundan çok etkilenir. Üzgün, kızgın, stresli, hayal kırıklığına uğramış gibi farklı duygusal durumlarda olan çocukların derslerine konstantre olması ve dikkatini vermesi zordur. Bu nedenle öğretmenin, çocuğun dikkatinin dağınık olduğu anları fark edip, çocuğun duygu durumunu takip etmesi önemlidir. Yoğun ve olumsuz duygular ile baş etmek çocukların zorlandığı bir alandır. Bu nedenle, duygusal olarak zorlanan bir çocuğa destek olmak ve duygusu ile baş etmesini sağlamak önemlidir. Rahatlayan çocuk okuldaki akademik işlere de daha rahat yoğunlaşabilir.

Eğer öğretmen bu olumsuz duyguları fark etmeyip, çocuğun biraz daha fazla çabalamasına yönelik bir eleştiri yaparsa, bu çocuğun kendisine olan güvenini azaltan bir etken olabilmektedir (Kusche, C. A., Greenberg, M., 2006).

Beyin ve Sosyal Duygusal Gelişim üzerine yapılan araştırmalar davranışçı yöntemlerin beynin yapısını değiştirebildiğini göstermektedir. Yani “öğrendiğimiz” her şeyin beyne biyolojik bir etkisi var. Ergenlerle yapılan ve MR görüntülemesiyle beynin incelendiği araştırmalar, Sosyal Duygusal Öğrenmeye yönelik eğitimlerin özellikle amigdalayı ve frontal lobu yapısal olarak değiştirdiğini göstermektedir (Davidson, R., 2007 CASEL toplantısı).

Beyindeki bu değişikliklerin vücut için dolaylı bir etkisi de, bu bölümlerin kortisol hormonuna olan etkisidir. Stres için oldukça önemli hormonlardan biri kortisol hormonudur. Beyin örüntüsüne dayanarak belirlenen (amigdala ve frontal lob) iyi duygusal düzenleyiciliğe sahip bireylerin daha uyumlu bir kortisol grafiği sergilediği görülmüş.

Buradan da anlıyoruz ki duygusal düzenleme stratejileri sadece beynimiz için değil vücut sağlığımız için de oldukça önemli bir role sahiptir (Davidson, R., 2007 CASEL toplantısı).

Kaynaklar:
– Davidson, R., 2007. The Heart-Brain Connection: The Neuroscience of Social, Emotional, and Academic Learning. CASEL toplantısı

– Kusche, C. A., Greenberg, M., “Brain Development and Social-Emotional Learning: An Introduction for Educators”. M. J. Elias, H. Arnold (editörler),
The Emotional Intelligence and Academic Achievement, syf. (15-34). California.: Corwin Press (2006).

Öğrenme Güçlüklerini Sosyal Duygusal Öğrenme Yöntemleri ile Desteklemek

Öğrenme denildiğinde akla ilk gelen akademik başarı ve bilişsel beceriler (okuma-yazma, matematik) olsa da aslında sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilmek için de öğrenmeye ihtiyaç vardır. Okuma-yazmayı öğrenmek için nasıl ses-sembol eşleşmesini çözmek gerekiyorsa, diğerleriyle sağlıklı iletişim kurabilmek için sosyal ipuçlarını doğru değerlendirmek, duyguları anlamak, güçlü duyguları kontrol edebilmek, problem çözebilmek vb bir çok beceriyi kullanmak gereklidir.

Öğrenme güçlüklerinin tanımı ve tanısı hakkında farklı görüşler olsa da fikir birliğine ulaşılmış olan nokta öğrenme güçlüğü yaşayan bireylerin  bir çoğunun sosyal ilişkilerde zorlandıklarıdır. Özellikle bu çocukların akranları tarafından kabul edilmekte, sosyal ipuçlarını anlamakta sorun yaşadıkları bilinmektedir.

Öğrenme güçlüklerinin, genel olarak akademik başarı üzerindeki etkisine odaklanılması ve sağaltım programlarının daha çok bilişsel becerileri geliştirmeye yönelik olması; öğrenme ile sosyal-duygusal beceriler arasındaki ilişkinin tam ve doğru olarak anlaşılamadığını göstermektedir.

Sınıfın sosyal bir ortam, öğrenmenin ise bir paylaşım ve aktarım olduğu gerçeğinden yola çıkarsak öğrenme güçlüğü olsun olmasın her çocuğun sahip olduğu potansiyeli ortaya çıkarabilmesinde için sosyal-duygusal beceriler belirleyici bir rol oynamaktadır.

Peki Sosyal ve Duygusal Beceriler derken ne anlatılmak isteniyor?
“Sosyal Beceri” kelime anlamı olarak bireyin sosyal durumlar karşısındaki davranış ve tepkilerinin tümü olarak düşünülebilir. Bireyin kullandığı ya da kullanamadığı sosyal becerileri onun sosyal ilişkilerdeki yeterliliğini belirler.

“Duygusal Beceri“ denildiğinde ilk akla gelen duygular olsa da tanım, bununla sınırlı değildir. Bireyin kendi duygularını tanıması, yönetebilmesi, diğerlerinin duygularının farkında olması, kendi davranışlarını kontrol edebilecek motivasyona ve enerjiye sahip olması, duruma ve ortama uygun olan sosyal becerileri kullanılabilmesi bireyin duygusal zekası ile ilişkilidir.

Öğrenme güçlükleri yaşayan her bireyin sosyal-duygusal becerilerde zorlandığı genellemesini yapmak çok doğru olmasa da  bu bireylerin akranları tarafından daha zor kabullenildikleri, alaya ve zorbalığa daha sık maruz kaldıkları, öğretmenleri ve akranları tarafından daha sık eleştirildikleri ve yetersiz olarak değerlendirildikleri, akran baskısına daha kolay boyun eğdikleri, bir gruba dahil olmakta daha çok zorlandıkları düşünülürse sosyal – duygusal gelişimlerinin bu durumlardan ne şekilde etkilendiği tahmin edilebilir.

Son on yıl içinde giderek önem kazanan, araştırmacıların ve eğitimcilerin dikkatini çeken Sosyal – Duygusal Öğrenme kavramı, öğrenme güçlüğü yaşayan bireyin ihtiyaçlarının çok daha etkili bir şekilde karşılanmasına olanak sağlayabilmektedir. Sosyal-Duygusal Öğrenme ve öğrenme güçlükleri arasındaki ortak bağlantı noktaları dikkat çekicidir;

1– Kendi ve başkalarının duygularını tanımak
2– Güçlü duyguları ile baş edebilmek
3– Uygun şekilde dinlemek ve konuşmak
4– Diğerlerinin bakış açısını anlayabilmek
5– Kendine ve başkalarına saygı göstermek, farklılıkları kabullenmek
6– Problemleri tanımlamak
7– Gerçekçi hedefler belirlemek,
8– Karar vermek ve sorumluluk almak
9– Diğerleri ile geçinebilmek olumlu ilişkiler kurmak
10– Akran baskısıyla baş edebilmek
11– Çatışma ile baş edebilmek (arabuluculuk, işbirliği yapabilmek)
12– Yardımlaşmak (yardım istemek, yardım etmek)
13– Grup içinde verimli olarak çalışabilmek
14– Ahlaki ve sosyal olarak sorumluluk alabilmek

Sosyal Duygusal Öğrenmenin desteklediği tüm bu beceri alanları işlevsel ve sağlıklı bir birey olmak için gereklidir. Fakat öğrenme güçlüğü yaşayan bireyleri odak noktası olarak aldığımızda bu beceriler öğrenme güçlüğü yaşayan bireylerin  akademik başarıyı ve yakalamaları için ihtiyaç duydukları becerilerle örtüşmektedir.

Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için öğrenme ortamının kabul edici ve iletişime açık bir yer olması gerekir. Sosyal –  Duygusal Öğrenmenin temel hedefi çocukların duygusal olarak rahat ve güvende hissettikleri, bunun yanında sosyal olarak iletişim kurabildikleri sınıf ve okul ortamının yaratılmasıdır.

Öğrenme Güçlüğü Olan Bireylerin Sosyal Duygusal Becerilerini Desteklemek
Öğrenme güçlüklerinin sağaltımı ile çalışılırken takip edilen temel basamaklar; hedeflenen davranışın/bilginin önce öğretilmesi sonra tekrar edilmesi, uygulanması, pekiştirilmesi, ve geri bildirim verilmesidir. Sosyal – Duygusal Öğrenmenin tam olarak da yapmak istediği ve bunun için kullandığı öğretme yöntemi bu ihtiyaca denk düşer.

Öğrenme güçlüğü yaşayan bir çocuğun sosyal – duygusal gelişimini desteklemek için;

1– Çocuğun güçlü özelliklerini fark etmek ve onun da bu özelliklerinin farkında olması için destek olmak: Örneğin okumada zorluk yaşayan bir çocuğun çizim alanındaki becerisini okul gazetesine ve ya sınıf panosuna resimler yapmasını sağlayarak destekleyebilirsiniz. Bu sayede çocuğun arkadaşları arasındaki kabulünü arttırmak mümkün olabilir.

2– Sosyal becerileri de aynı akademik becerileri öğretir gibi küçük adımlara bölerek, farklı örnekler ile tekrar ederek ve geri bildirim vererek öğretmek..Öğretilen becerinin uygulanabileceği alanlar ve fırsatlar yaratarak çocuğun yeni beceriyi kendi başına deneyebilmesi için fırsatlar yaratmak ve uyguladığı anda  pekiştireçler ile desteklemek. Bunu bazı temel sosyal beceriler üzerinden örneklersek:

▪ Sözel olmayan ipuçlarını fark edebilmek/anlayabilmek (jest ve mimikler, beden dili)
▪ Duyguları anlayabilmek (kendisinin ve diğerlerinin)
▪ Komik olmak ile komik davranmak arasındaki farkı anlamak (uygun zamanda yapılan bir espri yapabilmek ile sınıfın soytarısı gibi davranmak arasındaki farkı göstermek, uygun şaka/espri tarzlarını anlatmak)
▪ Olumlu-olumsuz geri bildirim alabilmek (olumlu geri bildirim karşısında sınırı aşmamak, olumsuz eleştiri karşısında savunmaya geçmemek gibi)

3– Öğrenme ortamında rekabeti en aza indirmek ve daha çok işbirliğini öne çıkarmak. Öğrencilerin bir arada çalışabilecekleri, birbirlerinden öğrenebilecekleri fırsatlar yaratmak: Çocuklar kendi performanslarını diğerleri ile karşılaştırmak konusunda oldukça hızlıdırlar. Bunu değiştirecek bir öğrenme ortamı yaratmak sadece sosyal duygusal becerileri geliştirmek için değil temel olarak öğrenme becerilerini desteklemek için de önemlidir.

Duygular Her Yerde: Sosyal Duygusal Öğrenme ve Akademik Gelişim

“Derste ama sanki aklı başka yerde gibi…”, “Aslında çok akıllı bir çocuk, ama derse motivasyonunu bir türlü sağlayamıyor…” Eminim ki bu yazıyı okuyan pek çok kimseye (özellikle ebeveynlere&eğitimcilere) bu sözler çok tanıdık gelecektir. Eğitim camiasında herkesin sıkça karşılaştığı, bazen dikkat problemi bazen hareketlilik bazen motivasyon eksikliği dediğimiz şeyin sosyal-duygusal gelişimle de ilgili olabileceğini söylesek?

Ne kadar zeki olursa olsun, sosyal hayatında yaşadığı problemleri uygun şekilde ifade edemeyen, paylaşamayan ve kafasında büyüten bir çocuk, bir işe konsantre olmakta zorlanır. Dürtülerinin farkında olmayan ve onları nasıl kontrol edeceğinizi bilmeyen bir öğrenci derste konuşur, ani hareketler yapar, arkadaşlarıyla yanlış anlaşılmalar yaşar ve bu olayların sonunda oluşan olumsuz duygular akademik hayatını da etkiler… Çözülecek problemler sadece matematik dersinde değildir; okulda, günlük hayatında karşılaştığı problemlerle nasıl baş edebileceğini/çözebileceğini bilmeyen öğrenci esneklik, neden-sonuç ilişkisi kurma, soyut düşünebilme vb konularda zorlanıyor demektir… Ve aslında tüm bu beceriler etkili öğrenme sürecinin de bir parçasıdır; çünkü insan nasıl duyguları ve zihni ile bir bütünse; öğrenme de sosyal-duygusal ve bilişsel bir süreçtir…

Araştırmalar gösteriyor ki…

Öğrencilerin içinde bulundukları duygusal durum ve sosyal ortamın niteliği öğrenme süreçlerine etki ediyor. Yapılan bir çalışmada SDÖ ’nün akademik tutumları (motivasyon ve çalışmaya bağlılık), davranışları (devam, çalışma alışkanlıkları, işbirlikçi öğrenme), ve performansı (notlar, test sonuçları ve konuya hakimiyet) etkilediği bulunmuştur (Zins ve ark., 2004).

61 eğitimsel araştırmanın, 91 meta-analizin ve 179 kitap bölümünün değerlendirildiği bir çalışmada (Wang, Haertel, ve Wallberg, 1997) sosyal ve duygusal etkenlerin öğrencilerin öğrenmesindeki en önemli faktörlerden olduğu ortaya çıkmıştır. Bu çalışmanın sonucunda öğrenme üzerinde etkili olan psikolojik etmenlere doğrudan yapılan bir müdahalenin, bir öğrencinin ne kadar ve nasıl öğrendiğini değiştirmenin etkili bir yolu olduğu vurgulanmıştır.

Sosyal-Duygusal Beceriler Öğrenmeyi ve Akademik Becerileri Nasıl Etkiliyor?

  • Öğrenmeye engel olabilecek davranışları azaltır. Akademik başarı okul atmosferi ile doğrudan bağlantılıdır; çünkü öğrenciyi derse ve akademik başarıya motive eden faktörlerin başında okul ortamı gelir. Şiddet içermeyen, öğrencilerin oto-kontrollerini sağlayabildikleri ve okul ortamında bireylerin birbirini anlayabildikleri bir ortamda iletişim yolları daha sağlıklı ve açıktır. Sağlıklı iletişim kanalları bilginin transferini ve uygulamasını kolaylaştırır.
  • Öğrenci-Öğretmen-Eğitimci ilişkisini güçlendirir. Öğrencilerin öğretmenlerini ne kadar samimi, destekçi/olumlu, saygılı ve sosyal etkileşimin teşvikçisi olarak algıladıkları akademik performanslarının, motivasyonlarının ve okula bağlılıklarının belirleyicisidir (Blum, McNeely, & Rinehard, 2000; Ryan & Patrick, 2001; Osterman, 2000).
  • Yürütücü işlevleri destekler. Bu işlevler arasında, dürtü kontrolü, dikkati bir noktadan diğerine yönlendirebilme, plan yapabilme, işe/çalışmaya başlayabilme ve aktif belleği kullanabilmek gibi alt beceriler yer almaktadır. Yürütücü işlevler, davranışlarının sonuçlarını tahmin edebilme, dürtüleri kontrol edebilme, hayal kırıklığı/engellenmişlik duygusu ile baş edebilme, hedefe yönelik davranışı seçebilme, problem çözme gibi sosyal-duygusal öğrenme ile bağlantılı olan becerilerle paralellik göstermektedir. Yapılan birçok araştırma, çocuklardaki sosyal-duygusal öğrenme alanları ile yürütücü işlev alanlarının önemli düzeyde ilişkili olduğunu göstermiştir. Yürütücü işlevlerini kullanabilen öğrencinin ödevlerini organize edebilmesi, yönergeleri takip edebilmesi, monoton işlerde dikkatini sürdürebilmesi daha kolaydır.
  • Yaşayarak öğrenmeyi destekler. Günümüz okul sistemi ezberci anlayıştan uzak olarak yaşayarak öğrenmeyi desteklemektedir. Bunun içine çocuğun problemlerini uygulamalı olarak çözebilmesi, sınıf içi drama etkinlikleri, canlandırmalar, sunumlar vb. etkinlikler girmektedir. Sosyal ortamlarda kendisini daha rahat ifade edebilene, empati kurabilen ve problem çözme adımlarını kullanabilene çocuklar bu sürece daha aktif olarak katılabilirler.
  • Konuların daha iyi anlaşılmasını destekler. Sosyal ve duygusal öğrenmeyi akademik öğrenimle birleştirmek hem sosyal-duygusal hem de akademik başarıyı geliştirmenin etkili bir yoludur. Başkasının bakış açısından görebilme gibi SDÖ becerileri, Tarih derslerinde işlenen olayları, Türkçe derslerindeki hikayeleri, Sosyal Bilgiler derslerindeki farklı kültürlerden gelen insanların yaşantılarını anlamak için kullandıklarında daha fazla gelişirler (Elias, 2004).

Kaynaklar:
www.casel.org

– Frey, K. S., Nolen, S.B., Edstrom L. V., anda Hirschstein, M. K. (2005). “Effects of a School Based Social-Emotional Competence Program: Linking Children’s Goals, Attributions, and Behavior.” Journal of Applied Development Psychology, 26(2), 171-200.

 

Olumlu Sınıf İklimi

İlkbahar ile beraber doğaya bir canlılık geliyor ancak yine de baharın bir geçiş dönemi olduğunu unutmamak gerek. Bu geçiş dönemi , insanlar için fakında olmadan yorucu bir süreç haline gelebiliyor. Özellikle güneşli günlerde, dışarıda olamamak, rutin ve kimi zaman sıkıcı işleri yapıyor olmak bireyi çalışma motivasyonu açısından zorluyor. Bunun yanında, doğadaki fiziksel değişimler, insan vücudu üzerinde de etkili. Bu nedenle bahar aylarında hem evimizi, hem bedenimizi hem de ruhumuzu bir arınma sürecine sokmak önemli.

Okul ve sınıf ortamına baktığımızda da işler bezer yönde ilerliyor. Öğrencilerin ve öğretmenlerin birçoğu sene sonuna yaklaşırken kendilerini yorgun ve motivasyonu düşük hissediyorlar. Bu süreci değiştirmek için sosyal duygusal becerilere daha da çok tutunmak gerekiyor. Hoşgörüye, sosyal ve duygusal desteğe ihtiyaç duyulan bir süreç… Öğrencilerin bireysel olarak ve sınıf olarak geçiş dönemine hazır olabilmesi için oksijen maskeleri önce öğretmenlere çünkü öğretmenin kendini iyi hissedişi tüm sınıfı olumlu bir biçimde etkilemekte ve desteklemekte…

Öğretmenlerin stresten arınmak için kullanabilecekleri 7 arınma/detoks yöntemi;

1. Çevirim dışı olun ve teknolojiden uzak kalın
Boş anımız hiç yok, her an telefon, tablet ya da bilgisayar, televizyon başındayız. Trafikte bile arabaların içinde hep telefonların ışıkları yanıp sönüyor… Boş kalamıyoruz, her an ulaşılabilir durumdayız. Bu nedenle de beynimiz hiç dinlenmiyor. Arınma döneminde tavsiye edilen belirli sürelerde çevirim dışı ve teknolojisiz kalabilmek. Başta bu süreç sizi zorlayabilir ama küçükken yaşadığınız gibi sıkılmanın lüksünü yaşatın kendinize. Kahvenizi alarak pencerenize konan kuşu, gökyüzündeki bulutların şeklini fark edin, sokaktan gelen sesleri dinleyin, ailenizdeki bireylerin keyfini sürün, daha çok karşılıklı sohbet edin, oyunlar oynayın.

2. Vücudunuzu fiziksel olarak dinlendirin
Bu süreçte, vücudunuzun ihtiyacı olan kaliteli uykuyu alması için özen gösterin. Gerekirse akşamüstleri biraz uzanın, uyumuyorsanız bile rahatlamak ve sakinleşmek için kendinize vakit ayırın. Bir yere yetişmek zorunda olmadan, aceleniz olmadan kendinizi dinleyebileceğiniz bir süre yaratın kendinize.

3. Ruhunuzu besleyin
Uzun zamandır okumak istediğiniz ama okumak için vakit ayıramadığınız kitapları, size ilham veren yazarları okuyun. Bu okuduklarınız işiniz hakkında olmasın, sadece size keyif vermesi için bir şeyler okuyun bu sefer. Sizi rahatlatacak, mutlu edecek herhangi bir şey olabilir; roman, şiir, hikaye ya da bir dergi yazısı hiç fark etmez sadece size keyif versin yeter…

4. Dikkatli ve sağlıklı beslenin
Özellikle çalışırken sabah kahvaltısı ve öğle yemeğinin geçiştirilmesine ve kimi zaman atlanmasına sık sık rastlıyoruz. Arınma süresince mutlaka sağlıklı ve besleyici yiyeceklerin tüketilmesi önemlidir. Aynı zamanda, öğünler hızlıca geçiştirilmemelidir de. Sağlıklı yemekler ve kendimize öğünler için uygun zamanı tanımak hem fiziksel olarak bedenimizi hem de ruhumuzu beslemek için önemlidir. Bu sayede hem fiziksel hem de duygusal olarak kendimizi daha güçlü hissedebiliriz.

5. Bol bol su tüketin
Birçok gün, gün içinde suyu çok az tüketiyoruz. Ama vücuttaki su eksikliği, baş ağrılarına, gerçek dışı bir şekilde aç hissetmemize neden oluyor. Vücudumuz susuzluk ile baş etmeye çalışırken hem yorgun hem de tükenmiş hissetmemiz çok normal. Bu yüzden alınması gereken su miktarını aldığınızdan emin olun gerekirse ne kadar su içtiğinizi hesaplayın.

6. Hareket edin
Ders anlatırken ayakta olmak, sınıflar arası mekik dokumak vücudunuza yeterli hareketi sağlamıyor. Bilakis sürekli sınıflara yetişmek için koşuşturmak başlı başına bir stres faktörü. Bu nedenle mutlaka bu süreçte stres olmadan fiziksel etkinliklere yer verin. Koşabilir, yürüyüş yapabilir ya da sizin hoşunuza giden bir spor dalını seçebilirsiniz. Hazır havalar düzeliyorken oksijeni de bol bol alabileceğiniz, doğanın içinde olabileceğiniz sporları seçmeniz de ek fayda sağlayacaktır.

7. Meditasyon tekniklerini uygulayın
Önce kendimizi dinlemeyi öğrenmemiz gerekiyor. Araştırmalar gösteriyor ki öğretmenler bir günde ortalama 1400 karar veriyor. Bu gerçekten yorucu bir süreç. Bu süreçte acaba kendi iç sesinize odaklanabiliyor musunuz? Arınma sürecinizde, kendinize sessiz bir yer bulun. Önceliklik olarak, gözlerinizi kapatın ve nefes alış verişinizi takip edin. Aklınıza gelen fikirler, problemler ve düşüncelere biraz dur deyin ve sakinlik okyanusunda biraz yüzün. Meditasyona ilgi duyuyorsanız bu alanda destek veren kurumlara başvurmanızda fayda var. özellikle son zamanlarda “farkındalık (mindfulness)” eğitimleri üzerine çalışmalara sık sık rastlıyoruz. Bu çalışmalar, hem sizin rahatlamanızı sağlayacak hem de bu teknikleri zaman zaman sınıfınızda da uygulayarak öğrencilerinizi destekleyerek sınıf iklimi üzerinde etkili değişimlere imza atmış olacaksınız .

Kendinizi bir bütün olarak yenilediğiniz ve ilk desteği kendinize verdiğiniz bir bahar diliyoruz.

Kaynak:
http://busyteacher.org/11957-too-tired-to-teach-7-tips-detox-destress-regain.html

Okul Sisteminde Sosyal Duygusal Öğrenmeye Yer Açmak

Sosyal Duygusal Öğrenme (SDÖ) denilince akla ilk gelen bu süreçte öğrencilerin edindikleri temel beceriler (empati, öfke yönetimi, problem çözme) olsa gerek; çünkü bu amaca yönelik yapılan çalışmaların çoğu öğrencilerin sosyal olarak uygun davranışlarını artırıp, önce okulda, daha sonrasında günlük hayatlarında sosyal açıdan uygun davranışlar sergilemelerini sağlamak…

Hep deriz ya eğitim bir sistem işidir diye işte” öğrenci” bu sistemin bir parçası… Bu yazıda ise sistemin diğer önemli parçaları olan “öğretmenler” ve” idareciler” üzerinden Sosyal Duygusal Öğrenmenin okul sistemine nasıl entegre edilebileceği ve yaygınlaştırılabileceği hakkında konuşmak istedik…

Elias bu konu hakkında pek çok araştırma yapmış olan bir akademisyen ve eğitimci; Elias ve arkadaşları tarafından yapılan bir araştırmaya göre okulların SDÖ becerilerini yaygınlaştırabilmek için programlı bir yaklaşıma ihtiyaçları var. Bu ancak; SDÖ becerilerinin tüm okula yayılması ve okul içindeki her bireyin katkısı- yöneticiler, öğretmenler, eğitimciler, hizmetliler vb.- ile mümkün (Elias, Arnold, & Hussey, 2003).

SDÖ sınıfta
Bu süreçte en çok göz önünde olan ve sürece doğrudan etkisi olan kişiler öğretmenler. Araştırmalar, öğretmenlerin mesleki becerilerinin ve sınıf yönetiminde kullandıkları tekniklerin öğrenme sürecini ve başarı ile doğrudan ilişkili olduğunu gösteriyor (Darling-Hammond, 1996; Fitzgerald & Bass, 1997). Öğretmenin kendisi ve öğrenciler için yarattığı sınıf atmosferinin olumlu, destekleyici ve anlayan bir ortam olması; bu davranış şeklinin sınıf içinde düzen haline getirilmesi, SDÖ becerilerinin etkin bir şekilde kullanılması için oldukça önemli (Evertson, Emmer, & Worsham, 2003; National Research Council, 2000; Wang,Haertel, & Walberg, 1994).

Sınıf içinde sosyal-duygusal becerileri geliştirmek için yapılabilecek bazı öneriler şunlar:

  • Öğrencilere model olmak (edinmelerini beklediğimiz SDÖ becerilerini mutlaka kullanmak)
  • Derse başlamadan/ders sonunda sınıf tartışmaları yapmak, günlük olaylar üzerinden öğrencilerle konuşmak bu yolla problem çözme ve birey olma becerilerini geliştirmek
  • En önemlisi uyguladığınız tekniklerin etkili olacağına inanmak; çünkü sizlerin inancı öğrencileriniz tarafından hissedilir… Unutmayın bu becerilerin kazanılması uzun vadede gerçekleşir. Öğretmenlerin hali hazırda sahip olduğu iki beceri “sabır ve inanç” SDÖ becerilerini öğretirken de çok yardımcı olacaktır.

SDÖ okul idaresinde
Başlığın kendisi bile çok olumlu bir his verdi bize 🙂 Klişeleşmiş “sert bakışlı, yanına yaklaşılmayan” okul idarecisi figüründen “ öğrenciyi dinleyen, problem çözmede yardımcı olan, empati kuran” bir idareci imajı daha tercih edilir sanırım.

Bu okul idaresinin de model olması anlamına geliyor ki SDÖ’nün okul sistemine yerleşmesi için onların desteği şart. Bu hem öğretmenlerin hem de öğrencinin motivasyonunu olumlu yönde etkilemenin yanı sıra SDÖ uygulamalarının okul kültürüne yerleşebilmesi ve devamlılığının sağlanabilmesi açısından da çok önemli. Buna bir örnek vermek gerekirse yurtdışında pek çok okulda SDÖ becerilerini geliştirmek ve yeni uygulamaları takip etmek için SDÖ birimleri bulunuyor.

Buradan yola çıkarak okul yöneticilerinin yeni uygulamaları takip etmesi, okul sistemine uygun SDÖ yaklaşımları oluşturmaları şu günlerde ihtiyacı çokça hissedilen “olumlu ve şiddet içermeyen okul atmosferi” ni sağlamak yolunda etkili bir adım olacaktır.

Bu sistemi kendi okulunda yaygınlaştırmış olan bir okul idarecisinin yazmış olduğu bir makaleyi canlı bir örnek teşkil etmesi adına paylaşmak isteriz. (bkz.Kaynaklar, 1. referans)

Kaynaklar:

 1.Norris, J.A., 2003. Looking At Classroom Management Through SEL Lens. Theory Into Practice, Volume 42, Number 4, Autumn 2003.

 2.Elias, M.J., Zins, J.E., Weissberg, R.P., Frey, K.S.,Greenberg, M.T., Haynes, N.M., Kessler, R.,Schwab-Stone, M.E., & Shiver, T.P. (1997). Promotingsocial and emotional learning: Guidelines for educators. Alexandria, VA: Association for Supervision and Curriculum Development

 3.Darling-Hammond, L. (1996) The quiet revolution:Rethinking teacher development.Educational Leadership, 53, 4-10.

Öz Düzenleme

Artık biliyoruz ki zeka tek boyutlu bir kavram değil. Howard Gardner’ın psikoloji ve eğitim dünyasına kazandırdığı Çoklu Zeka Teorisinin ardından zeka ve başarı ile ilgili tanımlar, beklentiler değişti. Daniel Goleman ise Duygusal Zeka kavramını sunduğundan beri IQ ve EQ arasında gidip geliyoruz. Ama aslında bilinen şu ki seçim yapmak zorunda değiliz hatta bu kavramlar birlikte işlevsel olduğunda bireyin hayat kalitesi yükseliyor.

Duygusal zeka kuramı 4 temel kavram üzerine odaklanır. Birincisi “Öz Farkındalık” yani bireyin duygularının farkın-da olabilmesi. Çünkü duygularımızın farkında olabilirsek nasıl davranacağımıza karar vermek daha da kolaylaşır. İkinci kavram “Öz Düzenleme”; duyguları, düşünceleri ve davranışları organize etmeye yarar ki bu bültenin devamı bu konu üzerinedir. Üçüncü kavram “Sosyal Farkındalık” bireyin kendine odaklanması kadar çevresinin de farkında olmasının önemini vurgular. Son olarak “İlişki Yönetimi” kavramı ise kendisinin ve çevresinin farkında olan bireyin sosyal ilişkiler kurması ve devam ettirmesi için gerekli becerileri kapsar

Öz Düzenleme aslında bireyin çevreden gelen uyaranlara en uygun şekilde uyum sağlamasını/tepki vermesini sağlayan bir-çok beceriden oluşan karmaşık bir süreçtir. Öz düzenleme en genel tanımıyla duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışları-mızı kontrol edebilmek ile ilgilidir.

Öz Düzenleme bireyin düşünerek, bilinçli ve farkında olarak davranabilmesi için gerekli olan becerileri kapsar. Bilişsel ve duygusal düzenleme becerileri birbirlerinden bağımsız alanlar değildir. Tam tersine düşünceler duyguları, duygular da düşünceleri etkiler. Bu nedenle kaygı ya da hayal kırıklığı duygusu ile baş etmekte zorlanan bir çocuk öğrenme için gerekli bilişsel faaliyetlere odaklanmakta zorlanır, düşüncelerini ve bilişsel becerilerini düzenlemekte sorun yaşar. Kaygı ile baş etmeyi ve düşünme becerilerini düzenleyebilmek, çocukların zorluklar karşısında yılmadan denemeye devam etmesini ve böylece yeni becerileri öğrenebilmesini mümkün kılar.

Bebek doğduğu andan itibaren aslında öz düzenleme becerilerin gelişebilmesi için gerekli kapasiteye sahiptir. Ancak bizim onlara sunduğumuz deneyimler ile bu kapasitenin ne kadarını kullanabilecekleri farklılık gösterir. İlk yıllarda bebeğin ebeveynleri ile kurduğu ilişki bebeğin odaklanmasına, çevreden gelen uyaranları anlamlandırmasına yardımcı olur.

Yaratıcılığı geliştiren oyunlar, okul deneyimleri sayesinde çocuklar dikkatlerini ve oto kontrol becerilerini geliştirerek problem çözmeyi, planlama yapmayı öğrenirler. Ergenlik yıllarına geldiklerinde ise genellikle zamanı kullanmayı, ödev ve okul ile ilgili sorumlulukları (projeler, sınavlar) tek başlarına takip edebilmeyi başarmaları beklenir. İşte tüm bunları başarabilmeleri öz düzenleme ile ilişkilidir.

Öz Düzenleme Neden Önemlidir?
Hepimiz belli bir genetik mirasla, kişisel özellikler ve yatkınlıklar ile dünyaya geliyoruz. Ama biliyoruz ki davranışları-mız ve becerilerimiz deneyimlediklerimizle değişiyor ve gelişiyor. Aslında beynimiz deneyimlerimizi, deneyimlerimiz ise beynimizi şekillendiriyor. Beynin plastisite özelliği sayesinde öğrendiklerimizin, beynimizin yapısında kalıcı değişimler oluşturduğunu artık biliyoruz.

Öz düzenleme çocukların okul ortamına uyumunu iki yönde etkiler. İlk olarak “Sosyal-duygusal öz düzenleme”, çocukların birebir ya da grup içinde etkili iletişim kurarak sınıf ortamına uyum sağlamasına ve deneyimlerinden yeni beceriler öğrenmesine imkan sağlar. “Bilişsel öz düzenleme” ise çocukların öğrenme için gerekli olan bilişsel becerileri ve problem çözme yetilerini geliştirmelerine yarar.

Öz düzenleme becerisine sahip olan bireyler duygularının farkında olabilmenin yanı sıra dürtülerini daha iyi kont-rol edebilme becerisini de sahiptirler. Altmışlı yıllarda çocuklar ile yapılan bir deneyde 4- 5 yaş grubundaki çocuklara bir şekerleme sunulur ve şekerlemeyi veren yetişkin odadan bir süreliğine çıkacağını, o geri dönene kadar şekerleme-yi yememeyi başarırsa çocuğa bir şekerleme daha vereceğini açıklayıp, odayı terk eder. Deneyin bundan sonrasında çocukların davranışlarını izlemek oldukça eğlenceli ama aslında sonuçları da bir o kadar çarpıcı. Verilen ilk şekerle-meyi yeme dürtüsüne karşı koyabilen (anlık hazzı erteleyebilen) çocukların sonraki yıllarda okul başarısının daha yük-sek olduğu, sorumluluk sahibi bireyler oldukları belirlenmiş. Bunun yanı sıra bu çocukların sosyal iletişimlerinin daha güçlü olduğu da ortaya çıkmıştır.

Atalarımızın dediği gibi “Ağaç yaşken eğilir”. Yaşamın ilk yıllarından itibaren edindiğimiz deneyimler sonraki yıllarda-ki sosyal-duygusal ve bilişsel yapılanmamızı etkiler. Öz düzenlemenin gelişmesinde aslında ilk aylardan itibaren oynadığımız oyunların ve kurduğumuz iletişimin büyük rolü var. Yani hiçbirimiz bir anda, kendiliğinden, duygularının farkın-da olan, olaylar karşısında davranış ve düşüncelerini planlayabilen, dürtülerini kontrol edebilen, hedeflerine ulaşmak için planlama ve organizasyon becerilerinin kullanabilen bireylere dönüşmüyoruz. Bu becerilerin hepsini yıllar içinde farklı deneyimler ile yavaş yavaş şekillendiriyoruz. Peki ama nasıl?

6 – 18 ay dönemi:
Bu dönemde bebek dünyayı keşfetmek için hala anne– babaya bağımlıdır. İçeriden gelen (açlık vb) ve dışarıdan gelen (gürültü, soğuk vb) uyaranların yarattığı etkileri düzenlemek için anne babaya muhtaçtır. Bu bağ sayesinde bebek dış dünyayı algılar ve öğrenir. Asıl olan iletişim ve etkileşimdir. Bu nedenle sadece eğitici materyallere yönelmektense anne-baba ile oynanan Ceeee oyunu, bir oyuncağı örtünün altına saklamak, basit şarkılar ve taklit içeren oyunlar aslında bilişsel ve duygusal gelişimi destekler.

18 – 36 ay dönemi:
Hızla gelişen dil, motor ve bilişsel becerileri sayesine çocuk çevresini daha çok keşfetmeye başlar, bağımsız bir birey olma yolunda önemli aşamalar kaydetse de anne–baba hala referans noktasıdır. Artık artan fiziksel beceriler nede-niyle daha aktif/hareketli oyunlara geçiş yapar. Yaş dönemine uygun resimli hikaye kitaplarını takip etmek, gün içinde yaşanılan olaylar ile ilgili sohbet etmek (şimdi birlikte markete gidelim, işte aradığımız kırmızı domatesler vb), duyguları isimlendirmek (özellikle mutlu, üzgün, kızgın, korku gibi temel duyguları çizgi filmde, günlük akış içinde ebeveyn tarafından isimlendirilmesi), renk-şekil özelliğine göre sıralama, gruplamalar yapmak, basit yapbozlar bu dönem için verimlidir. Burada önemli olan çocuğun ilgisidir. Tüm bu etkinliklerin birincil amacı öğretmek değil çocuk ile iletişimde olmaktır.

Bebeklikten Ergenliğe Öz Düzenleme

3 – 5 yaş dönemi
Okul öncesi dönem ile birlikte sosyal ilişkiler, kurallar öncelik kazanır. Dikkat süresi artan çocuk için öğrenmek kendi başına motive edici bir süreçtir. Bu dönemde deve-cüce gibi harekete dayalı oyunların yanı sıra hafıza kartları gibi sessiz oyunlarda ilgi çekicidir. Diğer yandan birlikte yemek pişirmek gibi günlük hayata dair etkinlikler hem eğlenceli hem de öğretici deneyimler sağlar. Gelişen yaratıcılıkları sayesinde hayale dayalı oyunlar bu yaş çocukları için ilgi çekicidir. Bu sayede pek çok duyguyu ve olayı canlandırma fırsatı yakalarlar.

5 -7 yaş dönemi
İlk okul yıllarında artık sosyal hayata uyum sağlanmış, okul olgunluğuna ulaşmış olan çocuk için kutu oyunlar daha da önem kazanır. Özellikle kuralları takip edebilmesi, strateji geliştirmesi gereken oyunlar öz düzenleme becerilerini geliştirmekte önemli rol oynar. Müzik ve hareket bu dönemde hala eğlenceli ve eğitici alternatif olmaya devam eder.

7 – 12 yaş dönemi
Bireysel sorumluluklarını (ödev, öz bakım vb) kendi başına alabilir duruma gelen çocuk için arkadaş ilişkileri gittikçe önem kazanmaktadır. Kutu oyunları, kart oyunları, Bil Bakalım Kim ya da Amiral Battı gibi mantık oyunlarının yanı sıra Su Doku gibi bulmacalar da bu yaş dönemindeki alternatifler olabilir. Lumosity (www.lumosity.com) gibi bilgisayar ortamında dikkat ve öğrenme becerilerini geliştiren web sitelerinden de yararlanmak önerilebilir. Bu dönemde de, müzik ile ilişki içinde olmak enstrüman çalmak ya da dans etmek öz düzenleme becerilerini desteklemeye yardımcı olacaktır.

Ergenlik dönemi

Genç bireyler yetişkinlik hayatına yönelmeye hevesli olsalar da acemilik dönemi henüz devam etmektedir. Bu dönemde zamanı planlayabilmeleri, yapmaları gereken işleri önem sırasına göre düzenleyebilmeleri, problem çözme becerilerini kullanabilmeleri beklenmekle birlikte bu beceriler bir anda ortaya çıkmaz. Bu nedenle plan yapmalarına yardımcı olmak, hedef belirlemeleri için yol göstermek (öncelikle ergen için keyifli olan durumlar ile ilgili hedefler belirlemesi) ve o hedefe ulaşmak için izleyeceği basamakları belirlemesine yardımcı olmak gerekebilir. Bunların yanı sıra sosyal olayları tartışmak, müzik, dans ve spor faaliyetlerine dahil olmak ergen için zenginleştirici deneyimler sunar.

Empati ve Fazlası

Empati ile ilgili ne kadar çok yazılıp çizilse de yine de keşfedilecek daha fazlası var gibi. Daniel Goleman empatinin 3 farklı türünden bahsetmiş bir yazısında. Okuyunca bir kez daha anladım ki empati bir tanım ya da kitabi bir bilgi değil, olamaz. Ve düşündüm ki bazı insanların empati ile ilgili olumsuz yorumları aslında bu üç farklı türün farkında olmamalarıyla ya da ayrımını yapamamalarıyla ilgi olabilir. Şöyle ki; Daniel Goleman Bilişsel Empati, Duygusal Empati ve Empatik İlgi olmak üzere 3 kavram tanımlıyor.

Bilişsel Empati: Temel olarak bir başka bireyin dünyayı nasıl algıladığını, nasıl düşündüğünü anlayabilmek ile ilgili. Bu beceri bizim karşımızdaki kişiye göre neyi, nasıl söyleyeceğimizi belirlemizde yardımcı oluyor.

Duygusal Empati: Karşımızdaki insanın nasıl hissettiğini anlamamızla ilgili. Bu şekilde insanlar ile bağ/ilişki kurabiliyoruz

Empatik İlgi: Diğer iki tür empati oldukça önemli ancak yeterli değil, eğer birilerine ilgi ve şefkat göstermek istiyorsak empatik ilgiye ihtiyacımız var.

Genel yaklaşım empatiyi birinci ve ikinci türde tanımlamak ve kabul etmek üzerine. Dolayısıyla da bir çoğumuz bilişsel ya da duygusal düzeyde empati kurabiliyoruz. Ama davranışa geldiğinde hepimiz empatik ilgi gösterme konusunda o kadar başarılı olamıyoruz. Bir çok öğretmen öğrencileri ile ilgili şu geri bildirimde bulunur: “Aslında ne yapması gerektiğini biliyor ama bir türlü bunu davranışlarıyla gösteremiyor.” İşte bu bilişsel ve duygusal düzeyde empatiye sahip olmak ama bunu ilgi ve şefkat gösterme olarak uygulayamamak ile çok benzerdir.

Peki ama empatik ilgi neden bu kadar önemli, gerekli? Herkes herkese empati yaparsa bu dünya nasıl bir yer olur? Ya da böyle bir dünya mümkün mü?

İlk sorudan başlayalım. Neden bu kadar önemli? Bizce çok önemli çünkü ilgi ve şefkat duygularına sahip biri karşısındakine bilerek ve isteyerek zarar veremez. Vicdani değerleri olan bir birey kendine saygı duyduğu kadar başkaları da saygı duyar.

Herkesin empati yaptığı bir dünya nasıl olur? Bunu görme ve bilme şansımız keşke olsa ama şu anki şiddet ve zorbalıkların olmadığı bir dünya olacağına inanıyoruz.

Peki böyle bir dünya mümkün mü? Teknik ve pratik olarak kısa vadede olmasa da aslında mümkün. Özellikle de eğitim sistemine bu değerleri entegre ettiğimizde çok da uzak değil.

Olumlu ve üretken Bir Sınıf

Öğrenme genelde olumlu ve destekleyici bir ortamda gerçekleşir. Öğretmenin tüm öğrencilerine ilgi ve şefkat gösterdiği bir sınıfta, çocuklar sadece bu değerleri öğrenmekle kalmaz ayrıca öğrenmenin gerçekleşmesi için en ideal koşullar oluşur.

Stres altında, gergin ya da üzgünken öğrenmeye çok hevesli olamayız. Çünkü ilgimiz ve dikkatimiz kendimize dönüktür. İçimizdeki duyguları düzenleye bildiğimizde ilgimizi dışarıya verebiliriz. Bu herkes için geçerlidir. Kendi duygularımızı tanıdıkça ve onları yönete bildikçe diğer insanlara ilgi ve şefkat göstermemiz kolaylaşır.

Bunun yanı sıra bulunduğumuz ortamda kendimizi güvende, önemli, değerli hissettiğimizde ise daha iyi performans gösteririz. ister öğrenci, ister öğretmen ister idareci olalım bu hepimiz için geçerlidir.

Bazı çocuklar diğerlerine göre daha zor koşullarda yaşarlar. Bu zorluklar çoğu zaman onların eğitim sistemi içinde kalmalarını, başarılı olmalarını zorlaştırabilir. Bazen de tam tersi zorlukları yaşayanlardan bazıları çok başarılı olurlar. Bazıları yitip giderken, bazıları zorlukları aşıp yollarına devam ederler. Farkı yaratan nedir diye sorduğumuzda; başarılı olanların pek çoğu okul hayatlarında onları anlayan, onlarla özellikle ilgilenen, onu gerçekten tanımaya çalışan bir öğretmenden bahsederler.

İşte bu öğretmen empatik ilgi gösteren öğretmendir.

Eminim sizler de kendi çocukluğunuzu düşünseniz; sizin için özel olan, hatırladığınızda gülümsediğiniz, sizde olumlu izler bırakan, belki de sizi siz yapan en az bir kişi hatırlarsınız. Bu kişi muhtemelen sizi güvende hissettirmiş, size değer vermiş, sizi olduğunuz gibi kabul etmiş ama aynı zamanda gelişmeniz için sizi desteklemiştir.

İşte bu empatik ilgi gösteren biridir.

Şimdi size bir soru? İlgi ve şefkatin olduğu bir ortamda zorbalık ve şiddet var olabilir mi?

Kaynak:
https://www.linkedin.com/pulse/20140826183758-117825785-why-we-need-caring-classrooms

Yeni başlayanlar için SDÖ sözlüğü

Sosyal duygusal gelişim yaklaşımını bir kez de böyle inceleyelim dedik.. Sizler de kelimelerin bu yeni yorumlarını belki sözlüklerinize eklersiniz.. 🙂

A Anlayış
Farklılığı, bizim gibi olmayanı, ya da tam da bizim gibi olanı içimize sindirebilmek için gerekli olan; anlayış..

B Bekleyebilmek
Sosyal duygusal gelişimi desteklemenin en önemli yollarından biri bekleyebilmek, beklerken kendimizi uygun yollarla oyalayabilmektir.

C Can sıkıntısı
Peki beklerken gelen can sıkıntısı? Araştırmalar gösteriyor ki, yaratıcılığın eşikte durduğu anların habercisidir can sıkıntısı.

D Duygusal dayanıklılık
Duygusal dayanıklılık günümüzdeki stresi yönetmek için gereklilik haline geldi.. Duygusal dayanıklı bireylerin özelliklerini anlatan yazımıza bloğumuzdan ulaşabilirsiniz.

E Empati
Söylenecek çok şey var ama özünde , “Empati değişimi başlatır”.

F Farkındalık
Sosyal duygusal öğrenmenin iki temeli “Bireysel farkındalık” ve “Sosyal farkındalık” tır. Bu ikisine özen gösterdiğimizde ilişkilerimizi daha iyi yönetebiliriz.

G Gülümsemek
Gülümsediğinizde yüzünüzde çalışan kasların çokluğundan bahseder araştırmalar. Biz de ekleyelim; gülümsediğinizde kalbinizdeki kaslar da güçlenir 🙂

H Herkes
Biliyor musunuz sosyal duygusal öğrenme yaklaşımı herkes içindir. Yaşa, ırka, cinsiyete bakmadan hepimizin ilişkilerini ve kendimizi geliştirmemize yardım eder.

İ İlgi
Bebekler bile çok erken dönemlerden bu yana ilgilerini belli ederler. İlgi ve şefkat özümüzde vardır, yeter ki yer açalım..

K Kitaplar
Yapılan bir araştırmaya göre, hepimizin empati becerimizi desteklemenin yolu kitap okumaktan geçiyor.. Kitaplar sosyal duygusal öğrenmeyi geliştirmenin en keyifli yoludur..

L Lüks (mü?)
Hayır değil. Sosyal duygusal öğrenmenin desteklenmesi lüks değil, her yaş için gerekliliktir. Çünkü SDÖ yaklaşımı barışı destekler.. Barış ise su gibi temel bir ihtiyaçtır.

M Mutluluk
Mutluluğu çocuklarımıza öğretmek için dikkatli bakmak, kalbimizle görmek gerekir. SDÖ yaklaşımına göre mutluluk bir şart değil, “an”da olmak, o anın tadına varabilmektir.

N Nefes
Hadi derin bir nefes alın.. Nefis bir domates çorbasını koklayın… Ardından soğutmak için üfleyin.. İşte size bir sakinleşme tekniği 🙂

O Olumlu
Olumlu sınıf ikilimi oluşturmada SDÖ’nün çok büyük yeri olduğunu biliyor muydunuz? Peki sınıfta SDÖ desteklendiğinde öğrencilerin notlarının da yükseldiğini?

Ö Özür dilemek
Çocuklarınızdan özür dilemeniz gerektiğinde diliyor musunuz? Özür dilemenin ardından durumu telafi etmek için çaba gösyeriyor musunuz? O zaman onlar için bu konuda harika bir modelsiniz!

P Psikolog
SDÖ sadece psikologlar tarafından uygulanan bir yaklaşım değildir. Anne babalar da bu sürecin önemli destekçisidirler. Nasıl mı? Bloğumuzda yer alan “Yeterince iyi anne baba olmak” yazımıza göz atabilirsiniz..

R Rica etmek
Rica etmek ve lütfen demek günlük hayatımızın işleyişini inceden kolaylaştıran yöntemlerden. Nazik olmak,  evinizde çocuklarınıza katacağınız en büyük değerlerden..

S Sosyal gelişim
Sosyal gelişim diğer gelişim alanları gibi doğumla başlar ve hayatımız son bulana kadar devam eder.. Ve biliyor musunuz, beynimizin plastisitesi beynimizdeki gri maddelerin de eş zamanlı bir değişime uğradığını gösterir.

Ş Şaka
Şaka ve mizah SDÖ’nün olmazsa olmazlarındandır.. Mizah var olduğunda hepimiz kendimizi daha iyi hisseder ve daha iyi öğreniriz..

T Takas
Biz SDÖ ekibinin, özellikle okul öncesi yaş grubundaki çocuklara “paylaş” demek yerine “dilerseniz takas yapabilirsiniz” dediğimizi biliyor muydunuz? Çünkü takas adil bir yöntemdir ve çocuklar ellerindekini kaybetmiş hissetmezler.

U Uzun
Evet SDÖ gelişimi uzun bir yoldur. Yürüdüğünüze değecek bir yol..

Ü Üzüntü
5 temel duygumuzdan biri olan üzüntüyü hissetmek, bastırmamak, geçiştirmemek sağlıklı bir ruh hali için çok önemlidir…

V Var olmak
Var olduğumuz her an nefes alırız, nefes bizi sakinleştirir, duygularımızı daha iyi yönetmemizi sağlar. Gün içinde çok hızlandığınızı fark ederseniz, nefes alın ve sadece “var olduğunuz” bir üç dakika yaratın kendinize..

Y Yardım etmek
Şefkat, merhamet, yardım etmek.. Sosyal duygusal gelişimi desteklediğinizde belki de insanlığa da en büyük faydayı sağlıyoruz..

Z Zihin
Zihnimiz, bedenimiz, ruhumuz hepsi bir arada bir bütündür. SDÖ yaklaşımında bireyi herşeyi ile kabul eder, farklılığını elemeden dahil ederiz.