Çocuğunuzla Oyunda Kalabilmek
Yazıya başlık bulmaya çalışırken ne çok düşündüm… Çocukla oyunda kalabilme rehberi, çocukla oyunda kalabilmenin yolları, çocukla oynarken dikkat edilmesi gerekenler… Hiçbiri içime sinmedi, neden biliyor musunuz çünkü hepsi oyun oynamanın özüne ters geldi. Oyunda kalmak/kalabilmek demek aslında tam da yukarıdaki “yol, yöntem, dikkat” gibi sözcüklerin içerdiği rasyonel, çok düşünen tarafımızın çağrışımlarını bir kenara bırakabilmekten geçiyor. Yani o anın içinde olmak, çocuk bizi nereye davet ederse oraya gitmek, acaba böyle yaparsam yanlış mı olur diye düşünmemek, öğretme/yol gösterme arzumuzu bir kenara koyup sadece oyunda kalabilmek… Bir de tabi tüm bunları sadece oyun zamanlarında değil çocuğumuzla olan ilişkimize dahil edebilmek, yani oyuncu anne babalar olmak (başka bir yazı konusu) Yol uzun ama yol boyunca çocuğunuzla aranızdaki ilişki için vadettikleri fazla. Öyleyse denemeye ve yola çıkmaya değer…
Nereden başlayalım?
Bir “uzman” (!) yazarken, anlatırken bu kadar zorlanıyorsa bu işin “uzmanı” (!) olmayan nasıl yapacak peki bu oyunda kalabilmeyi, oyun oynamayı dediğinizi duyar gibiyim. Hah işte tam da bu soru belki beklediğim: Yazmak zor, anlatmak zor ama oynamak aslında daha kolay… Ve işin en çokemelli kısmı ise şu, oyun oynamak herhangi bir diploma, kurs, eğitim gerektirmiyor. Dedim ya bunlar hep rasyonel tarafımızın işleri, gelin biz akan, eğlenen, kendini bırakan, duyguları tüm yoğunluğu ile hisseden tarafımızı biraz dinlemeye çalışalım. Hangi taraftı o… Oranın sesini biraz duymaya çalışalım. Siz şu anda bu cümleleri okurken bile o tarafın kulağına biraz su kaçırdık zaten😊 Orası biraz işleye dursun, biz biraz da oyunun, çocukla oyunda kalmanın yazılara, kitaplara, araştırmalara konu olacak kadar önemli olmasının sebeplerini anlamaya çalışarak başlayalım, ne dersiniz?
Oyunun çocuğun hayatındaki işlevi
Bu konuda sayfalarca yazılabilir ama ben dilimden geldiğince kısa bir şekilde anlatmaya çalışacağım. Oyun temelde çocuğun hissettiklerini, düşüncelerini, tecrübelerini yansıttığı bir ifade aracı, “ara” bir alandır. Hepimiz bir kucağa doğarız ve yaşamımızın belli bir döneminde (0-2 yaş) o kucağa bağlı, bağımlı, iç içe ve muhtaç bir ilişkiye ihtiyaç duyarız. O kucağın bizi kapsaması, kollaması, sarıp sarmalamasından aldığımız kuvvetle dünyayı keşfetmeye, dünyaya ses vermeye, dünyayı daha farklı algılamaya başlarız ve zamanla bu dünyanın bizden başkalarını/başka şeyleri içerdiğini de kavramaya başlarız. İşte tam da o zamanlarda küçük insan yavrusu halimiz algıladıkları ile ilgili bazı ruhsal çatışmalar yaşar. İstekleri ertelenen, içinde bulunduğu dünyaya birkaç boy küçük gelen halimiz başarısızlık, yetersizlik, heyecan, hüzün gibi farklı duyguları deneyimlemeye başlar ve bu deneyimleri içeriden dışarıya aktarma ihtiyacı duyar. İşte tam da burada insan yavrusunun iki özelliği devreye girer: Simgesel ve imgesel olma hali
Simgesel olma halimiz (2-4 yaş) nesnelere anlam yükleyebilmemiz, onlara duygularımızı yansıtabilmemiz ve işlevlerini bilmemiz anlamına gelir. İmgesel halimiz ise en basit haliyle hayal kurabilme, düşleme becerilerimizi içerir. İşte bu dönem geldiğinde “oyunun işlevi” başlar. Oyun çocuğa ilk başta söylediğim “ara” alan olur. Ne için “ara”? İki öznenin, iki duygunun, iki çatışmanın tam arasında; duygularını daha rahat ifade edebilmesi için hem kendinden hem karşısındakinden izler içeren kısmen taraflı ama daha güvenli bir geçişi temsil eden bir “ara alan”. Eğer bu ara alan olmazsa öteki ile çocuk arasında yapışık bir hal olur. Bu haldeyken (birisi ile dip dibe, burun buruna olduğunuzu hayal edin) konuşmak, anlatmak, duygularımızı anlamak ve fark etmek mümkün olmaz. Ayrıca ve daha da önemlisi içeride yaşadığımız yoğun duygular dışarı çıkacak alanı bulamazsa bizi tahrip eder. Oyun ve ara alan çocuğa evdeki eşyaları kırıp dökmek, birisini/kendini yaralamak yerine oyunda bunları -mış gibi yaparak yansıtmasına izin verir. Bu alanda ortaya çıkan duygular deneyimlendikçe, çocuk ruhsal dünyasındaki hasarları onarma fırsatı bulur. Bir örnekle açıklamam gerekirse; oyunda kılıçlarla savaşan, karşısındakini yaralayan, acıtan, kanatan çocuk gerçekten birisine karşı duyduğu yoğun kızgınlığı gösteriyor olabileceği gibi kendisine karşı yapılan sözel agresyonu da simgeleştiriyor olabilir. Bunu gerçekten gidip özneye (anneye/babaya/kardeşe vb.) yapmasındansa oyununa taşıması ve yansıtması sağlıklıdır. Böylece oyundaki oyuncaklar ya da oyunun kendisi dürtünün, yoğun duyguların taşıyıcısı olur.
Sadece bu kadar mı oyunun işlevi tabi ki hayır. Oyun oynarken çocuğun otomatik olarak desteklenen fiziksel, duyusal ve motor becerileri; düşünme, planlama, muhakeme etme, konuşma gibi bilişsel becerileri ise oyun oynamanın bonuslarıdır!
Peki oyunun işlevi buysa ideal oyun diye bir şey var mıdır? Oyundan maksimum fayda nasıl sağlanır? Buyrun devam edelim o zaman.
Oyun oynamak ve oyunda kalmak 1. Bölüm
Bu kısmı iki bölümde ele almak istedim: İlk bölümde oyundaki çocuğun ihtiyaçlarını anlamaya çalışacağız, ikinci bölümde de oyunda yetişkinin pozisyonunu konuşacağız.
Çocuk ne ister?
*Hareket ister,
*Hayal kurmak ister,
*Hissetmek ister,
*Denemek, kurcalamak ister,
*Dağıtmak ister,
*Sonunu düşünmek istemez, anda kalmayı ister,
*Aceleyi sevmez, onun için zaman kalbinde hissettiği andır çünkü zamanı planlamak, kontrol etmeye çalışmak biz yetişkinlerin işidir😊 Burada çok sevdiğim ve her yetişkinine okuması için önerdiğim kitap olan Momo’dan bir alıntı yapmak isterim:
“Günlük yaşam içinde çok büyük bir sır vardır. Herkesin bunda bir payı vardır ve herkes onu bilir, ama pek az kimse bu konuya kafa yorar. Çoğu kimse onu olduğu gibi benimser ve ona asla şaşırmaz. Bu büyük sır zamandır. Onu ölçmek için saatler ve takvimler yapılmıştır, ama bunlar hiçbir şey ifade etmez. Herkes çok iyi bilir ki, bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Zamanın bu garip kısalığı uzunluğu, o saat içinde yaşanan olaylara bağlıdır. Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir. (sayfa 65)”
Yani oyundaki çocuk oynadığı oyunu kalbinde hisseder. Kalbinden geldiği gibi, bazen hareketle, bazen sözle, bazen sessiz bazen gürültülü ve ne deneyimliyorsa deneyimlesin kendi ritminde yapar bunu. Ve kalbinde hissettiği şeyin bitmesini hiç kimse istemez. O nedenle çocuklardan şu cümleyi çok sık duyarız: Biraz daha oynamak istiyorum.
Çocuk oyun oynamak için oyuncağa ihtiyaç duyar mı?
Burada kastedilen şekli şemali belli oyuncaklardır; oyuncak bebek, oyuncak hayvan,figürler vs. Ya da her an bir yenisi çıkan ve bir türlü yetişilemeyen ve çocuğun alıp bir müddet sonra hiç ilgilenmediği oyuncaklar. Cevabım hayır. “Bir sürü oyuncağı var ama yine de gidip o pet şişeyle, kaşıkla, tahtayla vs. oynuyor.” Tanıdık geldi mi bu cümle? Gelmiş olmalı; çünkü oyuncağı oyuncak yapan, o oyuncağı oyuna dahil eden çocuğun ona yüklediği anlamdır, imgesel değerdir. İkinci kısımda bahsedeceğim ama yeri geldi söyleyeyim: Oyunda her oyuncak her şey olabilir. Aslolan çocuk onu eline aldığında bilinçdışından ona yansıttığı anlamdır. İşte o zaman oyuncak sembol olur.
Peki oyuncak yoksa ne var?
Oyuncaklar olabilir, çocuğunuzun oynaması için oyuncakları olması bir sorun değil. Sadece bir sürü oyuncak oyun oynamak için gerekli değil. Bir tahta parçası, bir taş ya da sadece iki kişi, bazen tek kişi oyun oynamak için yeter de artar bile. Nasıl mı yine bize Momo anlatsın:
“…Bunlar elbette, Momo’nun arkadaşlarının, hele kendisinin hiç sahip olmadığı çok pahalı oyuncaklardı. Bunlar en küçük ayrıntılarına kadar öyle ince düşünülerek yapılmışlardı ki, çocukların hayal kurmalarını gerektiren bir yanları kalmamıştı. Böylece çocuklar, genellikle saatlerce oturdukları yerden onların dönmelerini, dolaşmalarını, gezinmelerini seyrederek sıkılıyor ve akıllarına başka bir oyun da gelmiyordu. Sonunda hepsi eski oyunlarını özlüyorlardı. Birkaç tahta parçası, kutular, yırtık bir masa örtüsü ve belki bir avuç taşa birazcık da hayal karıştı mı, ah, ne oyunlar oynanırdı. (sayfa 86)”
Öyleyse sorumuzun cevabı belli oldu: Oyun oynamak için ihtiyacımız olan en elzem şey hayal gücü😊 Hayal gücünün olduğu yerden zaman, mekan ve malzeme pek mühim değil. Oyun her şekilde başlar.
Çocuk oyunla ne anlatmak ister?
Oyun çocuğun ruhsal dünyasına açılan kapı… Evet ama o kapının açılması için çoğu zaman bir eşliğe ihtiyaç duyuyor çocuklar. İç dünyasına davet edebileceği, duygularını cömertçe paylaşabileceği, oynarken öğreneceği değil de eğleneceği bir yetişkinin varlığı çocuk için bulunmaz bir nimet. Böylesine bir eşlik olduğunda çocuk duygularını oyuna yansıtır. En basit haliyle oyun çocuğun oyunda içini döktüğü yerdir. Çocuğun oyununu anlamaya çalışırken aşağıdaki noktalara dikkat etmek önemlidir:
*Çocuğun oynadığı her oyun her zaman bir mesaj içermez. Oyun çocukların rutinin bir parçasıdır. Dolayısıyla onlar için yemek gibi su gibi gereklidir, olmazsa olmaz. Ama tekrar eden oyun temaları, ebeveynin anne baba radarına giren ve nasıl yorumlayacağınızı bilemediğiniz oyun özellikleri, “sanki burada bir problem var” dediğiniz durumlar belli bir süre takip edildikten sonra bir uzmandan destek almayı gerektirebilir.
* Çocuğunuz oyunda bir duygusunu dışa vurmak istiyorsa zaten bunun yolunu bulacaktır. Burada anne babaların uzman pozisyona geçmeden sadece oyuna eşlik etmesi çok kıymetlidir.
*Kimi çocuk ebeveynleriyle ve ayrıca tek başına oynayabilir. Kimisi hep eşlik ister kimisi hep yalnız oynamak ister. Bu değişen durumların bir problem olup olmadığı çocuk ve aile özelinde değerlendirilmelidir. Çünkü her çocuğun oyunu parmak izi gibi biriciktir ve özeldir.
Oyun oynamak ve oyunda kalmak 2. Bölüm
Ebeveyn nasıl oyunda kalır?
Oyun çocuğun ruhsal dünyasına açılan kapı demiştim yukarıda, dolayısıyla bu kapıdan içeri girebilmek için çocuğun kurallarına uymanız ve ona eşlik etmeniz gerekiyor. Öyleyse ilk kural çocuğunuzun sizi yönlendirmesine izin vermek. Ben öyle değil de böyle yapmak istiyorum deme hakkınız sadece fiziksel ve ruhsal olarak size iyi gelmeyen durumlarda geçerli. Örneğin çocuğunuz oyunda takla atmanızı istedi ama bu hareketi yapmak istemiyorsunuz. Bunu belirtin, yerine bir şey konacaktır mutlaka😊
Öyleyse şunu söyleyebiliriz; çocuğunuzun oyununa eşlik etmek ve oyunda kalmak demek istemediğimiz, kendimizin ve çocuğumuzun güvenliğini tehdit edecek bile olsa her şeyi yapmak demek değildir. Oyun güvenlik kuralları çerçevesinde, ebeveyne ve çocuğa uyan bir zaman sınırı içerisinde oynanmalıdır.
Bir diğer sınır, zarar verme/zarar görme konusudur. Oyuncaklara ve oynayanlara zarar vermeme esası oyunlarda her defasında vurgulanmaz ama en az bir defa konuşulmuş olmalıdır. Diğer önemli noktalar ise şöyle:
*Oyundaki nesneleri, kişileri kendi iç dünyasına göre adlandırma ve yönlendirme, oyunda en sık gözlenen olgudur. Örneğin; çok yaşlı bir karakteri oyunda kendisi yapabilir ya da köpeğe “bu bir aslan” diyebilir. “Hayır ama bu çok yaşlı sen olamazsın demiyoruz”😊
*Oyuna başlamak, oyun alanını düzenlemek ve oyunun hızını ayarlamak çocuğunuza bağlıdır. Bazen bir oyun sadece alanı düzenlemekle geçebilir. Bunun bir sakıncası yoktur, o sürecin de bizlere anlattığı şeyler vardır. Oyun illa bir yere bağlanmayabilir, bir amacı olmayabilir.
* Oyun esnasında çocuğunuza müdahale etmemeli, onun size görev vermesini beklemelisiniz. Oyunda ipler çocuğun elinde olmalıdır, yetişkinden ne yapmasını istiyorsa, oyunda yetişkinin rolü onunla sınırlıdır. Yetişkin oyuna kendinden sözel ya da somut malzemeler katmamalıdır.
*Oyun esnasında tüm dikkatiniz çocuğunuzun üzerinde olmalıdır. Yetişkin oyuna kendini kaptırıp çocuğun oyundaki rolünü unutursa oyun amacından sapmış olur 🙂
*Oyun esnasında çocuğunuzun duygusu çok belirginse bunu yorumlamakta sakınca yoktur. Örneğin çocuğunuzun yüz ifadesinden ya da hareketlerinden kızdığını, üzüldüğünü ya da şaşırdığını anlıyorsanız “ Bu seni/aslanı/bebeği kızdırdı” şeklinde yorumda bulunulabilir. Fakat bunun haricinde kalan tüm süreçlere yetişkin kendi düşüncelerine ya da deneyimlerine dayanarak yorum yapmamalıdır. Örneğin; oyunda anne/baba çocuğa kızdığında “bu çocuğu üzmüş olmalı” dediğinizde çocuğunuz size “hayır bu üzmedi, kızdırdı” diyebilir ya da tam tersi bir yanıt da alabilirsiniz. Duygular çok net olmadıkça olayları nötr bir şekilde adlandırın. Bu durumda “çocuğun babası çocuğa kızdı” demek yeterlidir.
*Oyuna başlarken oyunun içeriği ya da sizin rolünüz hakkında soru sorabilirsiniz. Eğer cevap almadıysanız bu soruyu en fazla bir kere daha tekrarlayın, cevap alamazsanız üstelemeyin. Gerekli gördüğü zaman çocuk size ne yapacağınızı söyleyecektir😊
*Oyunda karakterleri konuştururken konuşmanın gidişatını çocuğunuza sorun, ama bunu da sanki bir oyunmuş gibi fısıldayarak yapın. Sıra sizin karakterinize geldiğinde “Ne desin şimdi, odasına mı gitsin yoksa kalsın mı?” (çocuğunuza sessizce sorun)
*Oyun oynarken çocuğunuz sizinle bir kutu oyun oynamak istiyorsa, oyunu çocuk seçmelidir. Kutu oyun kurallarına uygun oynanabileceği gibi, çocuğun koyduğu kurallar ile de oynanabilir. Amaç öğretmek değil eşlik etmek😊
Evet geldik yazının şimdilik sonuna! Oyun üzerine daha söylenecek çok şey var, onlar da başka yazılara kalsın. Ama özetle söylemek istediğim saatlerce, hiçbir şey düşünmeden, gönlünüzden geçtiği gibi, kaygıyı endişeyi, işleri, güçleri bir kenara bırakıp oynayın değil aslında; ama kulağa ne hoş geldi di mi? Bunun size ve sisteminize uyduğu kadarını yapmayı deneyebilirsiniz. Bunu belki en başta “uzmanlar söyledi, oyun çocuğa çok faydalıymış” noktasından hareket ederek ama sonra oyunun hayatla, kendimizle, keyiflenen tarafımızla temas etmenin en etkili yolu olduğunu hissettiğiniz için; içinizden geldiği için, çocuğunuzla aranızdaki ilişkiyi daha pamuk yapacağı için yapmaya çalışın 😊 Yazar burada pamuk derken sorunsuz bir ilişkiyi değil sorunların daha pamuk gibi bir zeminde ele alınabileceği, her duygunun pamuklara sarılabileceği bir ilişkiyi kastediyor.
Oyuncu yanınızın hep canlı kalması ve çocuğunuza görünür olması dileğiyle…
Ceren Şad Polat
Comments are closed.